Depremler yalnızca yapısal hasarlara değil, aynı zamanda yangın gibi ikincil afetlere de yol açabilir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, 1906 yılında yaşanan 7.9 büyüklüğündeki Great San Francisco Depremidir. Bu felakette 3.000’den fazla insan yaşamını yitirdi; kayıpların önemli bir kısmı ise yıkılan binalardan değil, deprem sonrasında çıkan yangınlardan kaynaklandı. Şehrin dörtte biri, yaklaşık 28 bin bina, alevler içinde yok oldu. Yangınlardan biri, sabah kahvaltısını hazırlayan bir ailenin depreme yakalanması ve ocağın devrilmesiyle başladı. Bu olay, tarihe “Ham and Egg Fire” olarak geçti ve depremle birlikte yangın riskinin ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini açıkça gösterdi.
Bugün de benzer riskler farklı coğrafyalarda karşımıza çıkmaya devam ediyor. Elektrik hatlarındaki kısa devreler, gaz sızıntıları ve gündelik yaşamda kullanılan ocak, şömine ya da taşınabilir ısıtıcıların devrilmesi, deprem sırasında büyük yangınların başlamasına yol açabilecek başlıca nedenler arasında yer alıyor.
Yangın riskinin bu kadar yüksek olduğu bir senaryoda, yangın söndürme tesisatları binalar için kritik bir güvenlik katmanıdır. Ancak bu sistemler, yangın anında tüm gereklilikler gözetilerek tasarlansa bile, depreme karşı yeterli önlem alınmadığında en çok ihtiyaç duyulan anda işlevsiz hale gelebilir. Özellikle hastaneler, ticaret merkezleri ve kamu binalarındaki sprinkler sistemlerinde boruların yerinden çıkması veya bağlantı noktalarının kopması tüm hattı devre dışı bırakabilir. Bunun yanında sistemin bir parçası olan kolektör ve yangın pompalarının devrilmesi de yangınla mücadelede ciddi işlev kayıplarına yol açabilir.
Mevcut standartlar ve yönetmelikler incelendiğinde ise bazı eksiklikler göze çarpmaktadır. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (TBDY 2018), yapısal olmayan elemanların deprem etkileri altında güvenliğini genel bir tanımla zorunlu kılar ve belirli deprem tasarım sınıfları (DTS) üzerinde tasarlanmasını şart koşar. Ancak, bileşenler özelinde ayrıntılı teknik kriterler sunmaz. Öte yandan, 2007’de yayınlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik’te yer alan “birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde yangın hatlarının korunması” yaklaşımı, günümüzde kullanılan DTS sınıflandırmasıyla uyumsuz hale gelmiş ve geçerliliğini yitirmiştir. Zira günümüzde yalnızca bölge değil, zemin sınıfıve bina önem sınıfı da deprem tasarımında belirleyici unsurlar olarak dikkate alınmaktadır. Bu da yangın tesisatlarının tasarımı ve korunmasına ilişkin düzenlemelerin mutlaka güncellenmesi gerektiğini göstermektedir.
Uluslararası düzeyde ise NFPA 13, yangın tesisatlarının sismik tasarımına ilişkin en kapsamlı kriterleri sunan standarttır. En güncel 2025 versiyonu; askı sistemleri, esnek bağlantılar ve genleşme derzlerindeki uygulamalara dair getirdiği yeni düzenlemelerle, sismik bölgelerde boru sistemlerinin deprem performansını artırmaya yönelik kapsamlı çözüm önerileri sunmaktadır.
Sonuç olarak, yangın tesisatlarının sismik koruması göz ardı edilemeyecek bir mühendislik gerekliliğidir. Depremden sonra ortaya çıkabilecek yangın riskini küçümsemek, yalnızca yapının işlevselliğini değil, aynı zamanda binlerce insanın güvenliğini de tehlikeye atmak anlamına gelir. Bu nedenle yangın tesisatlarının sadece yangın anı için değil, deprem sırasında maruz kalabilecekleri etkiler dikkate alınarak tasarlanması ve desteklenmesi, hem can güvenliği hem de operasyonel süreklilik açısından vazgeçilmezdir.